Göz yaşı şişelerinin hikayesi

İstanbul’da antika çarşılarını gezerken birçok şişe görürsünüz ama bir şişe var ki diğerlerinden çok farklı: Ona gözyaşı şişeleri diyoruz. Neden? Gözyaşı şifadır, göz yaşı hasrettir, göz yaşı sevinçtir, duadır. Sakın bu da neymiş demeyin, zira İstanbul hanımefendilerinin çeyizlerinde mutlaka olan şişelerden biriydi. İşte onun hikayesi :

MİLATTAN ÖNCE 400 YILINDAN BERİ VAR
Tarihi, milattan önce 400 yılına kadar dayandığı belirtilen, kadınların askere giden ya da hayatını kaybeden eşleri için akıttıkları gözyaşlarını sakladıkları şişeler, hem tarihe hem de hem de aşkın geçmişine ışık tutuyor. Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde bulunan ve milattan önce 4. yüzyıla kadar dayandığı belirtilen gözyaşı şişeleri bulunuyor. Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayında da sergilenen gözyaşı şişeleri bulunuyor.

BİR GÖZYAŞI ŞİŞESİ HİKAYESİ !
Mezomorta Hüseyin Paşa, Osmanlı devlet adamı ve Osmanlı Donanması’nın 1688–1689 ile 1696–1701 yılları arasında iki kez kaptan-ı deryasıdır. Venediklilerle yapılan bir savaşta çok ağır bir şekilde yaralanmasına rağmen iyileşip geri dönmesinden dolayı İtalyanca Mezzomorto (yarı ölü) ifadesinden bozma Mezamorta lakabını almıştır.

İşte Mezomorta Hüseyin Paşa seferden döndüğünde hanımı Hanife Hatun Hüseyin Paşayı kapıda karşılar. Beklerken biriktirdiği gözyaşlarını Hüseyin Paşanın ayaklarının dibine kapı eşiğine döker. Hüseyin Paşa basmaya kıyamaz ve Hanife Hatun’un elinden aldığı şişeden bir damlayı Hanife Hatun’un yanağına damlatır. Daha sonra oradaki damlayı dudaklarıyla alır: “-Allah senin hasretini bir daha göstereceğine şu damlaya muhtaç bıraksın razıyım der ve sarılırlar…”

 

Kaynak: http://gulcinnur.blogspot.com/2013/01/asrlardr-farkl-medeniyetlerce-farkl.html