İstanbul ‘da En Son Yapılan Dârü’l-Mesnevî

Fatih Çarşamba’da bir zamanlar Mesnevi derslerinin yapıldığı küçük bir mescit var. Burası sonradan mescit olmuş. Şeyh el-Hac Hafız Seyid Mehmed Murad efendi tarafından kitabesindeki kayda göre H.1260/1844 senesinde yapılmıştır. Devrinin önde gelen mesnevi hanlarından biri olan Şeyh Mehmed Murad Efendi bu tekke ve müştemilatını Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin mesnevi isimli meşhur eserinin eğitimi gayesiyle inşa ettirmiştir. İstanbul‟da en son yapılan Dârü‟l-Mesnevî, Mesnevîhâne Tekkesi” veya “Dârü‟l-Mesnevî Tekkesi”olarak da anılan yapı, Mehmed Murad Nakşibendî‟nin postnişini olduğu Murad Molla Tekkesi‟nin iki sokak ilerisindedir. Fener Rum Erkek Lisesi ile güneyinde yer alan Dârü‟l-Mesnevî nerdeyse iç içedir. Dershane olarak da kullanılan mescit, tevhidhane, derviş hücreleri, kütüphane, şadırvan, su haznesi, çeşme, mutfak, selamlık ve daha sonra ilave edilen türbeden oluşan külliyeden; mescid, türbe, su haznesi, çeşme ve şadırvan dışındakiler yok olmuştur.
Dikdörtgen planlı kagir duvarlı ahşap çatılı mescidin tavanı ve Mevlevi şikesi biçiminde alemi olan minaresi 1968’de tamir görmüştür.Eserin banisi su haznesine bitişik türbede medfundur.

AÇILIŞINA SULTAN ABDÜLMECİT KATILDI
19. yüzyıl mutasavvıflarından Mehmed Murad Nakşibendî, yaşadığı dönemde İstanbul’daki en önemli Mesnevîhândır. Osmanlıda Nakşîlik ve Mevlevîlik arasındaki yakınlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamış bir şahsiyettir. Kendi zamanında hem devlet adamları yanında hem de şeyh ve dervişler arasında saygın bir yere sahiptir. Mehmed Murad Nakşibendî, Murad Molla Tekkesi’nin şeyhi, Murad Molla Kütüphanesi’nin baş hafız-ı kütübüdür. Bir Nakşî şeyhi olarak, tekkesinde okuttuğu ilmî, dinî, edebî, tasavvufî derslerden Ahmed Cevdet Paşa gibi birçok aydın ve bürokrat istifade etmiş, tekkesi adeta bir darü’l-fünûn olarak nitelendirilmiştir. Müderrisliğinin yanı sıra, birçok telif eseri bulunan Mehmed Murad Nakşibendî’nin başyapıtı Hülâsatü’ş-Şürûh isimli Mesnevî’nin tamamına yazdığı şerhtir. Mehmed Murad Nakşibendî son derece hayırsever biridir. 9 Muharrem 1261 (M.1845)’de İstanbul Fatih Çarşamba’da Sultan Abdulmecid’in katılımıyla bir Dârü’l-Mesnevî açmıştır. Bir Nakşî şeyhi olarak orada tâlibine Mesnevî dersleri vermiş, birçok önemli talebe ve Mesnevîhân yetiştirmiştir. Mesnevî, hakikat yolcuları için rehber kitap kabul edilmiş ve sadece Mevlevîler için değil hakikati arayan bütün dervişler için önemli bir kaynak olarak görülmüştür. Mesnevî okutan şeyhlerin hepsinin Mevlevî olmadığı tarihî vesikalardan anlaşılmaktadır. Mesnevî‟yi şerh eden tasavvuf erbâbı arasında da diğer tarîkâta mensup olanlar oldukça fazladır.  Mesnevî‟nin diğer tarîkâtlar tarafından rağbet görmesinin nedenlerinden biri de Mesnevî‟nin eğitici bir kitap olmasıdır.
Tekkeler dışında Mesnevîlerin okunduğu bir diğer önemli yer Dârü‟l-Mesnevîlerdir.
Dârü‟l-Mesnevîler, ilk defa Sultan Abdulmecid‟in (1839-1861) tahta çıkışının ilk yıllarında
açılmıştır. Özellikle Mevlevî olmayanlara Mesnevî‟yi ve tasavvufu öğretmek için açılan halka açık
eğitim kurumlarıdır.

Ahmed Cevdet Paşa da Dârü’l-Mesnevî’nin açılışında hocasının elinden Mesnevihânlık icâzetini alanlardandır.
Mehmed Murad Nakşibendî, Vekâyi-nâme adlı eserinde Dârü’lMesnevî’nin açılış törenini bütün ayrıntılarıyla samimi bir dille anlatmaktadır. Padişahın teşrifi, diğer katılımcılar, yapılan dua ve zikirler hakkında geniş mâlûmâta yer verilmiştir. İstanbul’da yapılan son Dârü’l-Mesnevî’yi anlatması bakımından bu bilgiler oldukça önemlidir. Günümüzde cami olarak işlev gören bu yapı, Mesnevihâne Cami adıyla anılmaktadır. Mehmed Murad Nakşibendî’nin türbesi de bu cami bahçesinde yer almaktadır.

Mesnevîhânlık Geleneği ve Dârü’l-Mesnevîler
Tekkelerde okutulan kitapların en şöhretlisi Mevlânâ‟nın Mesnevî‟sidir. Mevlevîhânelerde
Mevlevîler için Mesnevî dersleri belli bir düzende verilmektedir. Her Mevlevîhâne aynı zamanda bir Dârü‟l-Mesnevî‟dir. Ancak çeşitli sebeplerle Mevlevîhânelere gelemeyenlere de hem Mevlevî kültürü hem de tasavvuf kültürü, bu tekkelerden ayrı olarak kurulan Dârü‟l-Mesnevîler kanalıyla
sunulmuştur. Dârü‟l-Mesnevîler‟in diğer önemli bir hizmeti ise medreselilerce hor görülen
Farsça‟nın öğretilmesidir. Mevlânâ, Attâr, Câmî, Senâi gibi büyük sûfîlerin tasavvufî eserlerini
Farsça yazmış olması bu dilin öğrenilmesini zarurî kılmıştır. Mesnevîhân kelimesinin sonundaki “-hân” eki Farsça‟da okuyan anlamına gelir. Osmanlıcada duâhân, mevlidhân, gazelhân gibi birçok terkipte kullanılmıştır. Buradaki okumak, içinden değil yüksek sesle okumak hatta teganni etmek yani musikî ile veya ahenkli bir şekilde
okumak demektir. Mesnevîhân da Mevlânâ‟nın Mesnevî‟sini yüksek sesle okuyan, nadiren teganni
eden, fakat her zaman kısa veya uzun bir takım açıklamalarda da bulunanlara verilen bir sıfat
olmuştur. Mevlânâ‟nın vefatından sonra ilk defa Hüsameddin Çelebi‟nin halka açık kürsülerde
Mesnevî takrir ettiği bilinmektedir.Böylece Mevlevî geleneğinde ilk Mesnevîhân olarak Hüsameddin Çelebi kabul edilmektedir. Ondan sonra da Sultan Veled bu geleneği devam ettirmiştir.
NASIL MESNEVİ HAN OLUNUR
Mesnevîhânlık için gereken ilk şart, bir Mesnevîhânın rahle-i tedrisinden geçmektir. Bunun
yanında iyi derecede Farsça bilmek, Mevlânâ‟nın diğer eserlerini de okumuş olmak, İslam tarihini
bilmek, dinî ve tasavvufî ilimlerde derinlemesine bilgi sahibi olmak da gerekmektedir. Dolayısıyla
Mesnevîhânlık babadan oğla geçen bir ünvân değil, ciddi bir eğitim sonunda kazanılan bir
ünvandır. Osmanlı mesnevîhânlık icâzet-nâmeleri Ankaravî şerhinin tahkîkine uyulması şartı ile
verilmiştir. Mesnevîhânlık, ilk Mesnevîhânlardan Mahmud Dede‟den bu yana süren bir gelenektir.
Mevlevîlik içinde Mesnevîhân olmak için önce bir Mevlevîhâne‟de çile çıkarmak, dede olmak
gerekmektedir. Daha sonra kişinin tahsiline ve kabiliyetine göre bir Mesnevîhândan bu işin
eğitimini alır ve “Mesnevîhân dede” olarak bir tekkede vazife görmeye başlar. Kendisi de bir
Mesnevîhân yetiştirmeye başlar. Böylece silsile yoluyla devam eder.

Kaynak: İSTANBUL’DA YAPILAN SON DÂRÜ’L-MESNEVÎ* Hatice ÖZDİL**
https://www.islamveihsan.com/mesnevihane-camiinin-yapilis-hikayesi.html